“`html
Bir Garip Aşk Öyküsü: Carl-Johan Vallgren’in Eserindeki Derin Duygular
Kimi kitaplar, kurgu olmaktan öte, okuyucuyu gerçek bir dünyaya davet eder. Okurken tarihî bir yolculuğa çıkar, kahramanlarla birlikte geçmişin seslerine tanıklık ederiz. İsveçli yazar Carl-Johan Vallgren’in eserlerinden biri olan Bir Garip Aşk Öyküsü (Den Vidunderliga Kärlekens Historia), bu türden oldukça etkileyici bir roman olarak ön plana çıkıyor.
“Normal bir insan, yirmi ila yirmi bir bin Hertz arasındaki sesleri duyar. Tıbbi açıdan, yirmi frekansın altındaki dalgalara ses altı, yirmi binin üstündekilere ise ses üstü denir. Yarasalar, bu ses üstü dünyasında varlıklarını sürdürür; onları duymak yerine, hissetme yoluyla iletişim kurarlar. Timsahlar, balinalar ve diğer bazı canlılar ise ses altı dünyasında yaşar ve bu ortamda ‘duyma’ kavramı anlamını yitirir.”
Bu roman, sesin ne olduğu hususunda çeşitli açılımlar sunarken, bilinçli olanlar ile işitenler arasındaki keskin zıtlıkları gözler önüne seriyor. Üç nesil sonrasından kaleme alınan mektuplarla başlayan hikaye, Herkül Barefoot’un rutin dışı dünyasına ışık tutuyor. Bilim tarafından henüz keşfedilmemiş frekansta duyabildiğini görüyoruz.
Bir gerçek var ki, duygusal yoksunluk içinde bulunan bir kişi, dil öğrenme şansından yoksundur. Bu nedenle, ne nesnelerin ne de insanların ismi vardır; varoluşun karmaşasında kaybolmuşlardır. Çocuklar için dil, geçmiş ve gelecek arasındaki bağı kuran anahtar konumundadır, çünkü kavramlar dil aracılığıyla öğrenilir ve sınıflandırılır.
Herkül’ün Özgün Yetenekleri
Ancak, kitabın protagonista olan Herkül, bu özgürlüğe sahip değil. Fakat doğuştan saklı bir yeteneği var. Doğumunda yanında bulunan doktor, onun içsel dünyasını gördüğünü belirtir; bu durum, doktorun gizli düşüncelerine ulaşmasına da neden olur. Bu olağanüstü yetenek, çevresindekilere korku salarken, insan ruhuna dair derin bir yolculuğa da kapı aralar. Ne yazık ki, sağır ve dilsiz biri olarak, bu yetenekler yalnızca sübjektif algılarıyla değerlendirebilir.
Lew Wygotski’nin “Sözcükler düşünceleri doğururken ölür” sözü, düşünce ile dil arasındaki güçlü bağı ifade eder. Herkül, kelimelerin ötesindeki sessizlikleri duyarken, bazı şeylerin ifade edilemeyeceğini de anlar. Örneğin, Magdalena’nın “Beni yere bırak!” demesi gibi; Herkül, sessizlerin ilerisinde bir dünyada yaşamaktadır. Onun için öğrendikleri, işaret dili ve sessiz iletişim üzerine kurulu, müzik ise duyguların aktarımı için güçlü bir araç haline gelir.
19. Yüzyılın Ortalarında Sessiz Bir Aşk Hikâyesi
19. yüzyılın başlarında, filozof Kant’ın doğum yeri Königsberg’deki bir genelevde doğan Herkül, İmmanuel Kant’ın düşünceleriyle çelişen bir yaşam sürer. Kant’ın evrensel etik anlayışı, Herkül’ün yaşamına müdahale ederken, onun hikâyesi büyüleyici bir ironik doku taşır.
“Ölümünden sonra yapılan otopside, oldukça şaşırtıcı fizyolojik paradokslar gözlemlendi. Örneğin, kalbi abartılı bir şekilde büyüktü; Barefoot, cüce olmasına rağmen, kalbi normal insan kalbinin iki katıydı.”
Henriette ile olan derin bağı, yalnızca görünüm ve dilin ötesinde, doğuştan gelen bir aşkın ifadesidir. Onun kalbi de, Herkül’ünki gibi, karşı cinsin derinliklerini hissetmekte ve bu aşk, tüm ingrasyona aykırı bir zaman diliminde filizlenmektedir.
Henriette, on iki yaşında bir cinayet sonucu hayatını kaybettiğinde, Herkül’ün yaşamı çok kötü bir yola saptı. Onu kurtarabilmek için çırpınan Herkül, sonunda genelevin patroniçesi tarafından etkisiz hale getirilir. Kaçış yolunda kaybolmuş insanlar ve kaderleri, Herkül’ün gözünden karşımıza çıkarken, aşka dair çok şey öğreniyoruz.
Ortaçağ’ın Işığında İyilik ve Kötülüğün Çatışması
Olayların Ortaçağ Avrupa’sında geçmesi, dönemin sosyal, ekonomik ve dini dinamiklerini etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Bu dönem, aydınlamanın ve karanlığın, iyiliğin ve kötülüğün çatışmasına tanıklık ederken, insani değerlere dair derin sorgulamaları da beraberinde getiriyor. Yazar, karmaşık ilişkileri, iyi insanların mücadeleleriyle harmanlayarak sürükleyici bir anlatım ortaya koyuyor.
Aynı zamanda, Hristiyanlık çerçevesinde yaşanan vahşet ve baskıcı etkiler, okuyucuya geçmişin karanlık yüzünü gösterecektir. Bu çelişkili yaşam ortamı, farklı olmak isteyenler için belirli bir tehdit oluştururken, yazarın bu örtük gerçekleri aktarma becerisi dikkat çekiyor. Aşkla hayatında belirsizlik içinde dolaşan Herkül, aşkı uğruna verdiği savaşı, cehennemin kapılarını açmakla eşdeğer bir şekilde yürütmektir.
Herkül ve Aşkın Evrenselliği
Sonuç olarak, Herkül’ün öyküsü, evrensel bir aşk arayışının simgesidir. Eser, Platon’un Şölen kitabından alıntılar yaparak, aşkın derinliğine dair önemli tespitlerde bulunur. Herkül, aşkı kavramsal olarak “iç içe geçme özlemi” olarak tanımlarken, Henriet için duyduğu derin hislerle doludur.
Roman, dönemin tarihi ve felsefi altyapısını zengin bir dille ele alırken, karakterler aracılığıyla sosyalizme dair bir eleştiri de sunmaktadır. Herkül’ün hikâyesi, bu anlamda, bireysel duygusal deneyimlerin evrensel bir bağlamda nasıl anlam kazandığının güzel bir örneğidir.
“`